Monday, September 5, 2011

Eski yazılarımın birazını okuyunca insanın bu kadar kısa bir sürede bile ne kadar çok değişebildiğini farkettim. Ayrıca maymun iştahlılık konusunu 2 kere yazmış oldum. Beni ne kadar rahatsız ettiğini düşünün artık :/

-bu kadarcıktı-

My mind is a dry-erase board... I wonder who erases it ALL THE TIME?

Genellikle ders çalışmaya başlamadan hemen önce çizim/yazım için ilham gelmesi şeytanın bir köşeden beni izleyip kıkır kıkır güldüğünü düşündürüyor bana. Sanırım daha iradeli olmalıyım... Ben çok maymun iştahlı bir kızım ve bundan NEFRET ediyorum. Gerçekten. Mesela 2 yıl önce başlamışım bu blogu yazmaya, ve 3-4 yazım var sadece. Kendime karşı hayal kırıklığı içindeyim. Fransızca öğrenmeye başlıyorum mesela, ama bırakmam sadece 1 ay sürüyor. Çizimlerim, sevdiğim müzik grupları, hakkında hayal kurduğum dünya tatlısı aktör ve sanatçılar her ay değişiyor. Hatta bazı ilgi duyduğum şeylerin okadarcık bile ömrü yok maalesef. Bence bende bir bozukluk var, ama psikiyatriste gidip de görünecek kadar bile uğraşa girebileceğimi hiç sanmıyorum.

...
Sanırım sonunda saçlarımı öldürdüm. Bu kadar kısa sürede bu kadar çok kere rengini açıp, gökkuşağının hoşuma giden çeşitli renk
lerine boyarsam olacağı buydu tabii ki, ama içim acıyor yine de dokununca.

...

Acaba başka insanlar da sevdikleri şarkıyı bıkana kadar tekrara alıp dinliyor mudur?
The Proclaimers- I'm Gonna be (500 Miles)

İnternetin benim karalamalarımla doldurduğum bu köşesine gelen yabancı her kim varsa ona sesleniyorum:

Hoşgeldin! Seni tanımıyorum ama seviyorum, sen de beni sev! :)

Sunday, January 9, 2011

kendimi zorlamaya gerek yok illa bugün bir şey yazmak için. ama aklımda olan güzel şeyler vardı aslında, neyse, biricik laptopuma kavuştuğumda yazarım artık :)

bugün babamın bir arkadaşına kahvaltıya gitmiştik ailece, dönerken banka var diye bir alış-veriş merkezine uğradık. neyse, girdik ama ben girmişken 5 dk içinde çıkasım hiiç gelmedi. victoria's secret'in semi-annual sale i vardı. OMG. çok seviyorum ya. çok iyi hissettiriyor bana vs'den alışveriş yapmak. neyse, çok şeker şeyler aldım :)

sonra, NY&Co.'nun da indirim zamanıydı, ama ne indirim. kaybettim ben kendimi, sonra durdurdum kendimi ihtiyacım olmayan şeyleri almaktan.

sonuç olarak şu andaki ruh halim alışveriş terapisinin işe yaradığını kanıtlayacak nitelikte. dünyayı seviyorum.

Friday, January 7, 2011

unintended

bu aralar beni eritebilen üç şey var.

  1. Matthew Bellamy ve Muse şarkıları. bu adamın konserdeki halini izlerken e-ri-yo-rum! Muse'un solisti olan Matthew Bellamy benim paralel bi evrende kocam olduğunu düşünmekten hoşlandığım biri. bir insan bu kadar güzel gitar çalabilir ya. Muse'un şarkılarını kesinlikle herkesin dinlemesini öneririm, he bi de şu videoyu izleyin :) -o sesinle bana şarkı söyle, ben de uyuyayım öyle, nolur!-
  2. sevgilimin kavga ederken aniden gülümseyip ¨seni seviyorum¨ demesi beni her zaman eritebilir, ama dün tekrar olduğunda onu neden bu kadar çok sevdiğimi bana hatırlatmış oldu. özlüyoruz işte. bi de şu aşılmaz mesafeler girince araya, çok kötü oluyor insan. napalım, çekicez artık.
  3. Lindor Truffles by Lindt. OH em GEE. ben çikolata hastasıyım zaten, ve itiraf ediyorum bunlar benim eroinim. hani içi ağızda eriyor ya, hani tadına doyamıyorsunuz ya. iki günde bir paket bitirdim resmen. ama bağımlıyım, elimde değil, uff. lindt dünyanın en güzel çikolatası olmalı, ve sanırım Türkiye'de satılmıyor. gittigidiyor.com'dan sevgilime göndermek için baktım ama bulamadım. kusura bakmasın artık.
bu kadar şimdilik. yazarım ben yine buraya ;)

self-discoveries


bu yazıda kendim hakkında keşfettiğim şeylerden bahsetmek istedim. bazıları gerçekten çok saçma, ama olsun, kimse de bilmiyo blogumu zaten :D

  • saçımı gören küçük çocuklar korkmaya meyilli. hım sanırım nedeni dipboyasının gelmesi, ya da artık turuncuya çalan rengi olabilir. kendimi maskulin lesbiyenlere benzetiyorum aynaya bakınca. hmm evet, hem ölçülerimin 30A olmasıyla da alakalı olabilir. 30A ne lan? hiç olmasaymış??? töbe töbe... (victoria's secret mağazasıyla da bu yüzden bozuştum zaten. hıh.)
  • ben beceremiyorum sanırım düzenli olmayı. hayatımda düzen namına hiç bir şey yok. blog yazmaya başlayım diyorum, o düzensiz. odamı topluyorum, kafama esince, -ya da dağınıklıktan bir şey bulamamaya başlayınca- 2-3 gün içinde tekrar dağılıyor. günlük tutamıyorum; düzenli çizmek istiyorum, çizemiyorum. sorunum ne acaba?
  • çok alınganım. sevgilime karşı özellikle. ama çok affediciyim ben. yolunu bilirse tabi.
  • ben çok maymun iştahlıyım. sanırım bu düzensizlikle de alakalı. youtube'da video yapmaya başlamıştım bir ara. meşhur olmak için falan da değil (onun için dekolte lazım bebeğim) sadece eğlenceli olduğu için. sonra bıraktım. bloggerla da sıkıntılı bir ilişkimiz var. günlüklerime küsüm. yarım bıraktığım o kadar çok kitap var ki. off içim daraldı yine.
  • sevgilimin dediğine göre ¨azıcık ucundan¨ feministmişim ben. yoo, azıcık ucundan ne be? savunurum haklarımı, ama deli de değilim yani.
tamam, şimdilik bu kadar. sevgilime doğum günü hediyesi seçmekte sıra.

ciao, bella!

Saturday, December 18, 2010

New York yolu maceraları

saat 11:30am. mesaj sesiyle uyanılır, saate bakılır ve yüz avuç içine alınarak ağlayacak gibi olunur.

saat 11 buçuğa otobüs biletin varsa neden gece uyanık kalıp sabahın 6 sında uyuyosun ki? diye de sorarlar adama. "yeaaa ama ben alarm kurmuştum yaaa!" uyanamadın işte, hem de kaçıncı defa.

otobüs şirketi aranır sonra. bir dahaki otobüs 6:30pm de. bekle hadi o saate kadar.

gmaile bakılır, facebooka bakılır, sevgiliden mesaj gelmiştir, cevap verilmez, çünkü iş vardır.

etrafki ıvır zıvırın arasından istediğim şeyleri bulmaya çalışmak kadar gıcık edici bir şey yok sanırım. evet, dağınığım, hem de çok, ama düzgün tutamıyorum işte odamı napıyım?

"tık tık"

baş örtüsü kafaya aceleyle dolanır, tıklayan kişinin anahtarı vardır, açar.

"you were supposed to get out by now, please hurry up"

( ._.) "ok, sorry" :S

*topla, topla, tıkıştır*

"tık tık" -klik klik

kapı açılır, gelen benim RA (Residential Assistant). kızın rahatsız olduğu bellidir, çünkü 1 saat önce çıkmış olmam gerektir. özür dilenip gönderilir, kalan kıyafetler ve ıvır zıvır 15 dk içinde çantalara konmuştur.

yemin ediyorum, toplam 20 kilo ağırlığındaydı taşıdığım şeyler. en az.
o kadar yükle 15 dk yol yürü (tabii ki arada dinlenerek, ben de insanım sonuçta) ve Campus Center'a gel zaman öldür.

toplam 4 saattir oturmuş çiziyorum. çok mutsuzum haklı olarak. ve açım. ÇOK AÇIM. tamam bitti bu kadardı mızmızlanmam. ama otobüste internet çekmiyosa başlarına yıkarım ben orayı. (içimden)

Friday, December 17, 2010

7 fark


bu benim.


bu da benim.

aradaki tek fark mekan.
evimdeyken de ben benim, dışardayken de...

bu yazı bir nevi kendimi tanıtma yazısı sanırım. uzun süredir blog yazmaya çalışıyordum, belki aslında zor bir şey değil ama ben pek düzenli yazamadığım için kendimi suçluyordum. artık hayatım az biraz daha düzenli olsun istiyorum, bakalım başarabilecek miyim?

kendime not: çizim yapmaya devam et. ayrıca bi daha mutluyken teoman dinlemek yok!